İzmir Tabip Odası  Başkanı Prof. Dr. Süleyman Kaynak, SONSÖZ TV’de Gazeteci Yazar Muhittin Akbel’in sorularını yanıtladı. Yurtdışına doktor kaçışının, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Geri dönün” çağrısıyla önlenemeyeceğini belirten Prof. Kaynak, önemli değerlendirmelerde bulundu.

20 TIP FAKÜLTESİ YURT DIŞINA ÇALIŞIYOR
Hekim göçünün ciddi rakamlara ulaştığını belirten İzmir Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Süleyman Kaynak, “Türkiye’yi terk edip yurtdışına giden doktorlar, ülkeye dönerse, özel nedenlerden dolayı döner. Türkiye’de hekimlik mesleği çok iyi uygulanıyor, ben ülkeme döneyim demez hiçbiri” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü:

“2012 yılında yurtdışına sadece 59 hekimin gittiğini görüyoruz. 2022’de 2 bin 685 hekimimiz gitti. Bu sene yaklaşık olarak ilk altı ayda 1361 hekim, resmi olarak yurtdışına gitti. Bu belgeyi almadan da gidenler var. Yılın ikinci döneminde bu daha da artıyor. 2023’te toplamda 4 binden fazla hekimin yurtdışına gitmiş olacağı öngörülüyor. 2022 yılının rakamlarına göre, yurtdışına giden 2 bin 685 hekimimizden 1344’ünün uzman hekim olduğunu görüyoruz. 1341’i de pratisyen hekim. Biz sadece hekim kaybetmiyoruz; uzman hekimlerimizi de kaybediyoruz. Sadece tıp fakültesi mezunu değil, ihtisas yapmış hekimlerimizi de kaybediyoruz. Gerçekten büyük kayıplar veriyoruz. Türkiye’de her tıp fakültesinin yılda 175 veya 200 mezun verdiğini dikkate alırsak, 20 tıp fakültesinin yurtdışına hekim yetiştirmek üzere çalıştığı gerçeğiyle karşılaşıyoruz. Bu insanlar yabancı ülkelere gidiyorlar ve orada çok başarılı oluyorlar. Çünkü bizim doktorlarımız, yurtdışında meslektaşlarıyla çok rahat rekabet edecek şekilde eğitiliyorlar ve kendilerini yetiştiriyorlar. Bu arada yurtdışına giden doktorların uzmanlık grupları hakkında da rakamlar vermek istiyorum. Beyin, sinir cerrahisi ilk sırada bulunuyor. İkinci sırada iç hastalıkları, genel cerrahi, göz hastalıkları, anestezi, çocuk sağlığı hastalıkları, radyoloji, acil tıp diye gidiyor. Çok önemli meslek gruplarından söz ediyoruz. Niye kaybediyoruz? Birincisi, özlük haklarıdır. Siz hala yoksulluk sınırı için 38 bin lirayı telaffuz ederken uzman hekimi 28 bin lirayla işe başlatıyorsanız, bu hekimi Türkiye’de tutamazsınız. Hekiminizi yoksulluğa mahkum edemezsiniz. Profesörünüzü yoksulluğa mahkum edemezsiniz. İkincisi, siz bu insanlara şiddet uyguluyorsunuz; hem kamu yönetimi olarak, hem de şiddet uygulayanların arkasını sıvazlayarak! Nasıl oluyor bu? Beş dakikada bir hasta bakacaksın, diyerek! Tüm uluslar arası kurumlar, beş dakika değil, 20 dakika diyor. Bu doğrudan doğruya bir idari şiddettir. Bu arada yurttaşın şiddet eğilimini ortadan kaldıracak söylemlerde bulunmak gerekiyor. Bu da siyasi üslupla ilgilidir. Şimdiye kadar öylesine çok ağır sözler söylendi ki, maalesef,’ beni Türk hekimlerine emanet ediniz’ sözünden ‘Giderlerse gitsinler’   cümlesine gelindi. Bu çok kırıcı bir şeydir, tamiri mümkün değildir. Sonuç olarak hekimlerimizin özlük hakları, çalışma şartları düzeltilmedikçe, şiddetin önüne geçilmedikçe, hekimlerimizin yurtdışına gidişi de devam edecektir. Biz de Oda olarak hekimlerimize, yahu nereye gidiyorsunuz, diyemiyoruz; çünkü hesap kitap her şey ortada.”

MUAYENE İÇİN UZAK TARİHLER VERİLMESİ NORMALDİR, ÇÜNKÜ…
Başkan Prof. Dr. Süleyman Kaynak, üniversite ve devlet hastanelerinde muayene olmak ve ameliyat edilmesi gereken hastalara birkaç ay sonrasına randevu verilmesiyle ilgili şu değerlendirmelerde bulundu:

“Bu çok önemli bir sorun. Parası olan zaten özel hastanelere gidiyor. Ancak parası olmayanlar, aşırı yoğunluk nedeniyle uzak tarihlere gün veriliyor, o tarihi beklemek zorunda kalıyor. Bu sorunun nedenlerinin başında, üçüncü basamaktaki aşırı yüklenmedir. Kışkırtılmış hasta potansiyeli böyle oluşturuldu. Biraz başı ağrıyan, burnu akan, üçüncü basamak hastaneye müracaat eder oldu. Bu da neden oldu? Birinci basamak çok ihmal edildi, insan yapısı olarak, altyapı olarak… İkincisi; eskiden insanlar hastanede sıraya giriyorlardı, şimdi o sıralar yok ama elektronik sıralar var. Elektronik sırayı gözümüzle göremiyoruz. Bunu ne zaman fark ediyoruz? Elektronik ortamda sıra almaya kalktığımızda fark ediyoruz, ha burada sıra varmış, diyoruz! Hastalıkların yüzde 60’lık kısmı, 60 yaş üstü insanlardadır. Bu gruptaki insanların sağlık hizmetlerine ihtiyacı, diğer gruplara göre kat kat fazladır. 60 yaş üstü insanlar elektronik sistemden randevu alamıyorlar, elektronik sistemi kullanamadıkları için… Peki bu doluluk nereden kaynaklanıyor? Bu doluluk, 60 yaş altı gruptaki insanların birinci basamakta halledebilecekleri sorunlar için üçüncü basamak hastanelere gitmesinden kaynaklanıyor. Hakları mıdır? Haklarıdır! Ortada mantıklı bir sistem olmadığı için süreç böyle işliyor maalesef. Dolayısıyla bu dolulukta ağır hastalar, aciliyeti olan hastalar, uygun zamanda muayene ya da ameliyat olamıyor, çok uzun tarihlere randevu alabiliyorlar. Bunları düzeltmek aslında hiç de zor değil. Türk Tabipler Birliği’ne, tabip odalarına, üniversitelere hiçbir şey sormadan oturduğunuz yerden böyle planlamalar yaparsanız, bu yaşananlar kaçınılmazdır.”

YENİ BİR HASTANE AÇILMASINA KARŞI DEĞİLİZ, ANCAK…
Özel hastanelerdeki rakamların çok yüksek olmasıyla ilgili olarak Başkan Kaynak, “Sosyal Güvenlik Kurumu, bazı limitler koymuş. SGK ne ödüyorsa, onun iki katından fazla alınamaz diye bir kural var, özel hastanelerde. SGK’nın SUT diye tabir ettiği Sağlık Uygulama Tebliği’nde bir ödeme listesi vardır. Bu ödeme listesi, gerçekçi bir liste değildir. O kadar düşük fiyatlar belirlenmiştir ki, enflasyon karşısında çok değersizdir. Hele yurtdışına bağımlı bir sektörde SUT’un uygulanması mümkün değildir. Euro 30 lira ama bakanlığın ilaç kuru 14 lira. Peki çok yüksek rakamlar çıkaran hastaneler denetleniyor mu? Tabii ki denetleniyor, ama adamına ve kurumuna göre… Bu konuyu açmayalım!” dedi. İzmir Bayraklı Şehir Hastanesi’nin 27 Eylül’de açılacağını hatırlatan Başkan Kaynak, şu değerlendirmelerde bulundu:

“Bir vatandaş olarak, bir hekim olarak, hastane açılmasına son derece pozitif bakıyorum. İzmir Tabip Odası, Tabipler Birliği ve hekim kuruluşları olarak da hastane açılmasına kesinlikle karşı değiliz. Halkımıza sağlık hizmeti verecek bir hastaneye, asla ve kata hiçbirimizin itirazı olamaz.  Peki neye itiraz ediyoruz? İtirazımız şunun içindir. Bu hastanenin 12 Mart 2014’te atıldı. 2016’ta da finans anlaşması imzalandı. 20 Ekim 2016’da da sözleşme imzalandı, 2017’de inşaata başlandı. 27 Eylül’de hizmete açılacağı açıklandı.  2014’te, hastanenin açılışının 2018 olacağı bildirilmişti. Beş senelik bir gecikme var. Siz bu kadar büyük bir yatırım yapıyorsunuz ve bunu planlanan yıldan beş yıl sonra açıyorsunuz. Beş yıl, başlı başına ciddi bir kayıptır. Şehir hastaneleri projesi dediğimiz bir proje var. Bu proje, 30 küsur hastaneyle başladı. 14 hastane devreye sokuldu. 4 tanesi de, (bunlardan birisi Bayraklı Şehir Hastanesidir) henüz devreye girmiş değil. Özel – kamu işbirliği şeklinde projelendirildi bunlar. Bu sözleşmeye göre, araziyi devlet veriyor. Birileri o araziye bina yapıyor, finansmanını devlet kefil olarak sağlıyor. Hastane bittikten sonra o inşaatı yapıp yürüten firma, hastaneyi işletmeye başlayacak. Ve bakanlık, o firmaya kira ödeyecek.  Bu kiraların, 2023 yılında 70 küsur milyar TL’yi bulabilir diyorlar”

İZMİR’DE İKİ HASTANENİN ÇALIŞANLARINA TEBLİGAT GİTTİ
İzmir Bayraklı Şehir Hastanesi’nin devreye girmesiyle, kent içindeki hastanelerin kapatılacağı iddiası üzerine de bilgiler aktaran Başkan Prof. Dr. Süleyman Kaynak, şunları söyledi:

“Ankara’da bir uygulama yapıldı. Ankara’da 11 tane hastane kapatıldı, bazıları küçültüldü. Şehir hastanelerin doluluk oranı yüzde 70 olarak öngörülüyor. Kamu yöneticileri bunu reddetseler de böyle bir gerçek  var. Yüzde 70 doluluğu sağlamak için diğer hastaneleri kapatıp hastaları Şehir Hastanesi’ne yönlendirmek gerekiyordu. İzmir’de de Tepecik ve Bozyaka hastanelerinin Bayraklı Şehir Hastanesi’ne taşınacağı söyleniyor. Bu konuda, bu iki hastanede çalışanlara da tebliğler gelmiş durumda. O hastaneler kapatılacak mı? Belki tümüyle kapatılmayacak. Tümüyle kapatma düşüncesinden artık vazgeçildi; çünkü çok büyük şekilde toplumsal tepki oluştu. İnsanlara çok iyi hizmet veren hastanelerin kapatılması, sağlık hizmetine ulaşma anlamında ciddi sıkıntılar yaratıyor. Oradaki asıl mesele şu: Ankara Numune Hastanesi kapatıldı. Bu hastanenin çok büyük bir arazisi var, şehrin tam ortasında. Bu arazi ne olacak? Aslında bu sorunun cevabını biz biliyoruz. Bu büyük hastane arazileri başka amaçlarla kullanılmak üzere planlanmıştı. Diyeceksiniz ki bunu nereden biliyorsunuz? Bu, bir duyumdur ve çok konuşulmuştur. İzmir’de kapatılacak hastanelerle ilgili bunu yetkili kişilere sorduğumuz zaman  böyle bir şeyin asla olmayacağını, Bozyaka ve Tepecik hastanelerinin bulunduğu arazilerin yeniden hastane ve sağlık kompleksleriyle, daha modern bir şekilde donatılacağını ifade ettiler. Fakat Ankara’da başımıza gelenlere bakınca, İzmir ile ilgili olarak da kafamızda hep bir soru işareti oluşuyor. Umarız ki şehir içinde insanların çok rahat ulaştığı bu hastaneler kapatılmaz. Umarız ki bu hastaneler rehabilite edilir, hizmete devam eder. Şehir hastanesi orada çalışsın. 2060 yataklı bir hastane Şehir Hastanesi…  Bu hastaneyi 7/24 tam randımanla çalıştırabilmeniz için 2 bin 500 civarında değişik niteliklere sahip hekime, 3 bin 500 civarında da hemşireye ihtiyaç vardır. Diğer sağlık çalışanlarıyla birlikte 10 bin dolayında iş gücüne ihtiyaç duyulacaktır. Böylesine büyük bir sağlık tesisini ayakta tutmak, işler kılmak hem çok pahalıdır, hem de insan gücü anlamında zordur. Yapılan tüm itirazlara rağmen Şehir hastaneleri projesine devam ediliyor. Oysa artık dünyada 250 ile 600 yatak arasındaki hastanelerin, en verimli hastaneler oldukları kanıtlanmış durumdadır. Öyle 2 bin küsur yataklı hastanelerin verimsiz olduğu tüm dünyada bilinen bir gerçek. Yine yetkililerin söylediğine göre, Bayraklı Şehir Hastanesi’ne günde 75 bin kişi gidecekmiş. Ulaşım sorunu baş gösterecek ayrıca. Diyelim ki İnciraltı’ndan bir hasta, Şehir Hastanesine ambulansla götürülecek. Bu hastanın kaç dakikada hastaneye ulaştırabileceğini etüt ettiniz mi? Acil hastalar için dakikalar, hatta saniyeler önemlidir. O kadar uzağa hastane olmaz. En çabuk ulaşılacak noktalarda olmalıdır. Özetle, bu hastaneye karar verilirken, hiçbir uyarıya kulak asılmadı. Eleştirdiğimiz, itiraz ettiğimiz husus budur, yoksa hastaneye değildir.”

COVİD GİBİ KAYGIYA YOL AÇACAK BİR VİRAL ENFEKSİYON YOK
Covid salgını sonrası yaşanan sağlık sorunlarını da değerlendiren Prof. Dr. Süleyman Kaynak, “Yeni bir salgın söz konusu mu?”  sorusunu yanıtladı:

“Yeni bir salgın riski, bugün itibariyle yok. Kaygıya yol açacak viral bir enfeksiyon yok. Fakat genelde şunu söyleyebiliriz. Çok ağır bir iklim değişikliğine maruz kalıyoruz. Bu iklim değişikliği, tüm dünyayı, insanları, florayı, hayvanları, her şeyi, herkesi etkiliyor. Virüslerin çok hızlı yer değiştirdiğini biliyoruz. Dünyada o kadar çok hızlı hareket var ki, iklim değişikliğine bağlı olarak yeni virüslerin ortaya çıkması, tıpkı covid’de olduğu gibi yeni pandemilerin meydana gelmesi, her zaman için vardır. Öyle bir durum ortaya çıktığı zaman bilim adamları için de sürpriz olmaz, bizim için de sürpriz olmamalı. Dolayısıyla covid salgınının gerek ekonomik, gerek tıbbi, gerek sosyal, aklımıza gelen her türlü deneyimi hem dünya ve ülke olarak, muhtemel yeni salgınları daha kısa sürede göğüs gerebilmek adına hazırlıklı olmamız lazım. Aşı çalışmaları bu anlamda çok kıymetlidir. Covid döneminde kullanılan aşılarla ilgili her ne kadar tartışmalar olsa da salgının bitmesi, bugünleri görmemizde en büyük, en önemli faktördür. Asla, aşı karşıtlığını ağzımıza almamamız gerekiyor. Her türlü biyolojik ajanın, her türlü ilacın birtakım yan etkileri olur. Fakat kimse inkar edemez ki, o kadar büyük bir coğrafyada insanları bu hastalıktan korumuştur. Bir uçağa biniyoruz ve düşen uçaklar var. Bindiğimiz uçağın düşme ihtimali vardır. Bunu kabul edilmiş risk diyelim. Bu riski kabullenerek uçağa biniyoruz. Aşı da öyle. Aşının da yan etkisinin olabileceğini göz önünde tutarak aşıyı yaptırmak zorundayız. Bundan sonrası için de aşıların bizleri hastalıkların koruyacağının, yeni pandemilerin daha az zararla savuşturulacağının garantisidir. Kalp rahatsızlıklarının arttığı konuşuluyor. Bu konuda kardiyoloji literatüründe bir veri yok. Kalp krizleri olacaktır, bunun sıklığında bir değişiklik yok. Koronayla ve özellikle aşılarla bağlantılı ciddi bir istatistik veri yok. Şu an itibariyle bir kızamık salgınıyla karşı karşıya değiliz. Fakat kızamık Türkiye’de kökü kazınmış bir hastalıktı. Bunun sebebi; kızamık aşısı rutin olarak çocuklara uygulanır ve bağışıklık sağlardı. Peki bu nereden geldi? İki nedeni olabilir. Birincisi aşı karşıtlığı… Bazı aileler sadece covid aşısı konusunda değil, diğer aşılara karşı da karşıt durumda. Kendi çocuğuna kızamık aşısı da yaptırmıyor. İkincisi, aşıya erişim konusunda zorlukları olan kesim olabilir. Üçüncüsü; ülkemizde plansız ve izinsiz göçmen ne kadar bilmiyoruz. Sayısını bile bilmediğimiz plansız ve izinsiz göçmen popülasyonunun sağlık geçmişini asla bilemeyiz. Bu da kızamık gibi her konuda bulaşıcı hastalıklar konusunda risk demektir.”

SESİMİ BUGÜN DUYMAZLARSA YARIN DUYACAKLAR, ÇÜNKÜ EYLEMLERİMİZ DEVAM EDECEK
1-2 Ağustos tarihlerinde yapılan iş bırakma eylemine de değinen Başkan Kaynak, şunları söyledi:

“Şu anda Türkiye bir yoksullar ülkesi haline getirildi. Avrupa Birliği ülkeleri içerisinde Türkiye, asgari ücret olarak en düşük ücreti veren ülkelerin başında geliyor. Asgari ücret 11 bin 400 lira. Türkiye bir başka birinciliğe de sahip. Şöyle ki, ülkemizde asgari ücretle çalışanların, toplam çalışanların içinde oranı, yüzde 55 civarında. İki çalışandan birisi, asgari ücretle çalışıyor. Romanya ikinci sırada ve Romanya’da asgari ücretliler, toplam çalışanların üçte biri oranında. Yani Türkiye, asgari ücretliler ülkesi oldu. Burada üçüncü bir husus var; işsizlik. Türkiye’de işsizlik oranı, özellikle de genç işsizlik oranı çok yüksek. Genç işsizlik, yüzde 50’nin üzerine çıkmış durumda. Dolayısıyla Türkiye, bir yoksullar ve işsizler ülkesi haline getirildi. Bu durum, sağlık sektöründe çalışanlar için de geçerli. 2023 Ocak ayı itibariyle uzman doktorun kök maaşı 24 bin 743 liradır. Öğretim üyesi profesörün kök maaşı 34 bin 57 liradır. Araştırma görevlisinin kök maaşı da 20 bin 137 liradır. Bu rakamlarla Türkiye’de Temmuz ayındaki yoksulluk ve açlık sınırını karşılaştıralım. Açlık sınırı temmuz ayında 11 bin 658 liraydı ki bu asgari ücretin üzerinde bir rakam. Yoksulluk sınırı ise 37 bin 974 liradır. Dört kişilik bir aileye sahipseniz ve bu paranın altında maaş alıyorsanız, yoksulsunuz demektir. Üniversite mezunu hemşire 15 bin 611 lira alıyor. Buradan da anlaşılıyor ki, bir profesör bile yoksulluk sınırının altında maaş alıyor. Temmuz ayından önce vali maaşı bile 39 bin liraydı. Bir ilin tüm sorumluluğunu verdiğiniz devlet yöneticisinin aldığı maaş bile yoksulluk sınırının bir tık üstünde. Çok yoğun çalışmalarına rağmen sağlık çalışanları çok büyük bir geçim sıkıntısı içinde. Sağlık çalışanları 24 saat çalışır; 7/24 çalışır. Yapılan eylem sonucunda sesimizi duyuyorlar mı? Bugün duymuyorlarsa, yarın duyacaklar; çünkü eylemlerimiz devam edecek. Kamuoyu yönetimi bunu dikkate almak zorundadır. Sağlık sektörünün hizmetlerinin yürüyebilmesi için o insanları mutlaka dinlemek zorundadır”

 

Denizli Servergazi Hastanesi Çalışanı Vefat Etti Denizli Servergazi Hastanesi Çalışanı Vefat Etti
Editör: TE Bilisim